Ünlü oyuncu Hakan Altıner, Sabah Günaydın YouTube kanalında “Biyografi’k” programının yeni bölüm konuğu oldu. Altıner, çocukluğuna, gençliğine ve sanat hayatına dair Yasemin Döngel’e çarpıcı açıklamalarda bulundu. Hafızalara kazındığı diziler hakkında konuştu; “Hayat Bilgisi’nin sevileceği daha ilk günden belliydi” dedi, “Selena gibi masalları özlüyorum” itirafıyla da dikkatleri üzerine çekti… İşte röportajın tüm detayları!
-Nasılsınız, neler yapıyorsunuz?
Neler yapıyorum? Tiyatroyla uğraşmaya devam ediyorum. Kendi tiyatrom var. 23. sezonunu tamamladı Tiyatro Kedi. Bir yandan onun oyunları var sahneye koyup oynadığım. Bir yandan da işte televizyon dizileri var. Yani mesleğimle ilgili her şeyi yapıyorum.
-Çocukluğunuzdan başlayalım… İstanbul’da doğup büyümüşsünüz. Nasıl bir çocuktunuz, nasıl bir çocukluk geçirdiniz?
İstanbul’da doğumluyum. İnternetteki yanlış bilgiyi temizleyelim. Nedense 19 Mayıs yazıyor. 14 Eylül 1952 doğumluyum İstanbul’da. Öğretmen bir anne babanın çocuğuyum. Daha sonra babam ders araçları üreten, haritaları üreten bir firmada sahibiydi. Orada devam ettik işimize. Baştan itibaren çok aydın bir aile içinde büyüdüğüm için herhangi bir şekilde benim tercihlerime hiç karışmadılar. Ruhları şad olsun her zaman desteklediler. Doğrusuyla yanlışıyla. Benim idealim hukuk okumaktı. O nedenle de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandım. Başlayacağım sırada tiyatroya olan merak hep vardı. Kulakları çınlasın Yekta Kara bir ara İstanbul Devlet Operası Müdürü’ydü, çok önemli bir yönetmen ve sopranodur. Benim daha eskiden arkadaşımdı. Konservatuvarın o zamanki binasının önünde rastlaştık. Ben de hukuka kaydımı yaptırmış geliyordum. “Ne oldu, tiyatroyla niye ilgilenmiyorsun?” dedi. “İşte hukuk artık, hukuk okuyacağım.” dedim. “Sen bu işi bu kadar seviyorsun” gibi bir küçük muhabbetten sonra dedi ki “Girsene konservatuvara.” “Nasıl oluyor?” dedim. “Gayet basit” dedi. O zaman İstanbul Belediye Konservatuvarı’ydı. Dolayısıyla ikinci üniversite gibi sayılmıyordu. Dolayısıyla “Orada da okuyabilirsin” dedi. Yapar mıyım? Yaparım. Hatta bildiğiniz böyle tuttu elimden “Bak şu karşıdaki bina gel çıkalım” dedi. Sınava kaydımı yaptırdı kendi eliyle. O zamanki koşullarda “Bir vesikalık resim var mı yanında?” dediler. “Var” dedim yaptılar kaydımı. Sonra 400 küsur kişiydi galiba sınava girdik. Bir 14-15 kişi kazandı. Ben de onların arasındaydım. Böylece hukukla konservatuvar tiyatro bölümü beraber yürümeye başladı.
GÜNÜN EN ÖNEMLİ MANŞETLERİ İÇİN TIKLAYIN
Herkes şimdi bunu anlattığım zaman yahu nasıl oluyor diye tepki veriyor. Bence çok iyi bir beraberlikti. Hukukun ezber meselesi vardır biliyorsunuz. Tiyatroda onun pratiğini oyunlarla yapmak çok kazançlı oldu. Çok rahat öğrendim. Hukukun sıkıntısından, asık suratlı tavrından bunaldığım zaman tiyatro beni iyileştirdi. Bir de çok şansımıza şöyle bir şey vardı. O zaman Hukuk Fakültesi’nde devam mecburiyeti yoktu. Bir tek vizelere gidebilerek ve ders çalışarak başarabiliyordunuz. Ben ömrümü konservatuvarda geçirmeye başladım açıkçası. Çok daha keyifli, çok daha renkli oldu. Çünkü o dönemin konservatuvarı, tiyatro bölümü özellikle çok kıymetli hocalarla donanmıştı ve biz çok iyi bir eğitim aldık bunu büyük bir mutlulukla ifade etmek istiyorum her yerde. Tiyatro bölümü başkanımız Yıldız Kenter’di. Çetin İpekkaya sahne hocamızdı. Melih Cevdet Anday edebiyat psikoloji hocamızdı. Sabahattin Kudret Aksal felsefe estetik hocamızdı. Mürşidi Evyapan tiyatro tarihi, İncil Ayar dekor kostüm, Seyit Mısırlı eskrim… Bunların hepsi kendi alanında birer zirveydiler. Ve bizi gerçekten sadece tiyatroya değil her yerde anlatıyorum, ders verdiğim her yerde de söylüyorum hayata da hazırladılar, hayatın farklı yönlerine. Tiyatrocu olmak; oyuncu olmanın ötesinde hayat içinde belli olaylarda nasıl davranmamız gerektiğini, otokontrolü, hatta çok sonra başımıza gelen çok sık kriz yönetimindeki sükuneti… Hepsini onlardan öğrendik diyebilirim. Ben fena bir talebe değildim herhalde ikisini aynı zamanda bitirdim. Hukuku da normal 4 senede bitirdim.
Bir de o dönemin Kenter tiyatrosu ki bakın 1960 sonu 70 başı İstanbul’undan bahsediyorum. Size bir rakam vereyim; İstanbul’un nüfusu o zaman 1 milyon. Her gece perde açan 33 özel tiyatro var. Kent oyuncuları da bunlardan biri. Sürekli dolu. Düşünün kent oyuncularının oyun düzeni içinde bir haftada 8 oyun oynanırdı, iki de matine. Öyle bir seyirci var. Buna rağmen, nur içinde yatsınlar hepsi, Şükran Güngör, Yıldız Kenter, Müşfik Kenter üstadlar… Bize tiyatronun kapılarını 7/24 açtılar. Ve biz asıl pratiği orada öğrendik. Neyi öğrendik? Sufle vermeyi, kulis ahlakını, ışık yapmayı, perde çekmeyi, içerde durmayı, seyirci karşılamayı… Hepsini o tiyatronun içinde birebir yaşayarak öğrendik. Dolayısıyla Hukuk Fakültesi’nden de mezun olduğum sene konservatuvarda ve Kenter Tiyatrosu’nda Yıldız Hoca bana bir telefon açtı. Son sınava gireceğim gün. Dedi ki “Canikom nedir sınavın durumun?” Dedim “Hocam cuma günü son sınav, bitiyor.” “Tamam, cumartesi atlayıp Ankara’ya geliyorsun o zaman” dedi. “Olur” dedim. Küçük Mutluluklar diye bir oyun oynuyorlardı. Ankara turnesindeydiler. Ondan sonra da Anadolu turnesi başlayacak. Şükran Güngör’e bir başka teklif gelmişti İstanbul’dan. Dedi ki “Şükran’ın rolünü sen oynayacaksın” dedi. Büyük bir heyecanla gittim. Bir gece oyunu seyrettik. Ertesi gün Merzifon’a doğru yola koyulduk. Minibüste ezber yaparak, prova yaparak falan Merzifon’da ilk defa sahneye çıktım profesyonel olarak. Ve de ilk yevmiye zarfımı aldım. O günden bu yana da tam 55 yıl geçti.
-Dile kolay… Peki, oyunculuk aşkı ilk içinize ne zaman düştü?
Lisede, ben İstanbul Erkek Lisesi mezunuyum. Oradaki edebiyat hocalarımız, tiyatroyu teşvik eden hocalarımızdı. Tiyatro kolu vardır ya, tiyatro kolu bir oyun sahneye koyacağı zaman Şehir Tiyatrosu’ndan ünlü bir rejisör ya da oyuncu gelir sahneye koyardı. Yani öyle hadi aramızda müsamere yapalım gibi bir zihniyet hiçbir zaman olmadı. Prodüksiyon yapılırdı bildiğiniz. Ben tiyatronun ciddi bir iş olduğunu orada fark ettim ve sevmeye başladım. Sonra da iki tane oyun vardır. Allah’ım ben bu dünyanın içinde olayım dediğim bir “Pembe Kadın” Yıldız Kenter’in efsane oyunlarından biridir. Bir de “Yaygara 70” Dormen Tiyatrosu. Müthiş bir müzikaldi. Demek ki yıl 1970’miş, adı Yaygara 70. Ben onu 7 kere seyrettim bilet alarak. Hatta saplantılı bir şekilde. O zaman böyle bir portatif teybim vardı. Onunla gidip müziklerini filan kaydettim. Tuhaf bir tesadüftür, bunu burada da anlatmaktan keyif alırım. Haldun Dormen’le yıllar sonra benim hayran olup tiyatroya girmeme sebep olan idolüm Haldun Dormen’le aynı oyunda oyuncu olarak yönetmen olarak benim tiyatromda çalışma mutluluğunu elde ettim. Bu süre içinde de biz Kibarlık Budalası’nda da beraber çalışırken Haldun ağabey Yaygara 70’i tekrar galiba Eskişehir’de sahneye koyma teklifi aldı. Bir gün kuliste sohbet ediyoruz. Dedi ki “Her şey tamam. Tekst filan var da müzikler yok.” “Bende var” dedim. “Nerede var sende Yaygara 70?” dedi. Çünkü bir plağa yayınlanmış bir şarkısı var. Dedim ki “Ben böyle böyle kaydetmiştim.” Kasetleri buldum. Kaydettirdik. Ve benim o zaman yaptığım işgüzarlık yıllar sonra Haldun ağabeyin işine yaradı. Tiyatro böyle yaşayan renkli bir şey. Dolayısıyla bu iki oyun hadi ben bu dünyanın içinde olayım duygusunu vermiş olmalı ki bana bir girdim zaten giriş o giriş… Sonra devamında avukatlık da yaptım.
-Onu soracaktım ben de. Avukatlık mesleğini icra ettiniz mi hiç diye…
Tabii tabii askere gittim, döndüm. Tiyatroların o zaman biraz krize girmeye başladığı dönemlerdi. Yıldız hocayla da konuştum. “Ben bir avukatlık yapayım” dedim. Evlenmiştim, sorumluluklarım var. 8 sene avukatlık yaptım. O ara da çok iyi bir tiyatro seyircisiydim. Gidiyoruz, geliyoruz falan. Sonra bir Ağustos günü, 1985 yılında Yıldız hoca bana telefon açtı. “Gel bakalım, seninle bir şey yapacağız” dedi. Ben yine tiyatroda bir rol falan var zannettim. Hani avukatlığa devam ediyorum çünkü. Beni Gencay Gürün’le tanıştırdı. Gencay Gürün Şehir Tiyatroları’na genel sanat yönetmeni olarak atanmıştı. İstanbul’a gelirken Yıldız Hanım’a demiş ki “Ben hep Ankara’daydım ve yurt dışındaydım sefiri olarak. İstanbul’da Şehir Tiyatrosu’na çok hakim değilim. Bu teklifi de büyük bir memnuniyete kabul ettim ama bana bir sağ kol lazım. Yıldız Hanım da “Bir sağ kol var dur bakayım tiyatroya küstü mü küsmedi mi” demiş. Bana telefon açtı, “Sen o defteri kapattın mı şekerim?” dedi. “Hocam o defteri siz açtınız benim kapatma ihtimalim yok” dedim. “Hadi gel bakalım” dedi. O teklifi aldığım gün dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan’la görüştük filan. Bana Şehir Tiyatrosu müdürlüğünü teklif ettiler. Şehir Tiyatrosu müdürlüğü belediyeye bağlı idari bir birim. Ben de o zaman dedim ki “Efendim ben eğer tiyatroya geleceksem sanatçı kadrosuyla gelmek isterim ama müdürlük de yaparım.” Atanur Bey vardı “Biz seni hukuk diplomanla istiyoruz. Sadece müdür olarak.” dedi. “O zaman girmeyeyim.” dedim. “Niye?” dedi Bedrettin Bey. Dedim ki “Efendim seçim durumu bu. Belli olmaz. Evet, inşallah çok başarılı olacaksınız ama 5 sene sonra siz seçimi kaybedersiniz. Ben sadece müdürsem beni Kartal Fen İşleri şefliğine tayin ederler. Ben de istifa ederim.” Hakikaten de öyle oldu. Yani seçimi kaybetti Bedrettin Bey beklemedik bir biçimde. Ama beni sanatçı kadrosuyla almayı başardıkları için ben tiyatroya devam edebildim. Dolayısıyla şehir tiyatrosu macerasının başladığı gün baroya gittim, kaydımı dondurdum ve 33 yaşından bu yana hiç avukatlık yapmadım.
-Ama o 8 yıl tiyatroya ara verdiniz değil mi?
Ara verdim evet. İyi de bir avukattım, fena değildim. Böyle kendime göre prensiplerim vardı. Ceza davası almıyordum mesela. Medeni hukuk, borçlar hukuku filan daha insan ilişkileri. Memnundum aslında.
AVUKATLIĞI HİÇ ÖZLEMEDİM
-Özlediniz mi hiç sonrasında?
Avukatlığı mı? Hayır. Tiyatronun öyle bir büyüsü var ki başka hiçbir şeyi özleyemezsiniz. Sadık bir sevgili gibidir. Onunla yaşayacaksınız. Onunla yaşamak da seven bir insanı çok mutlu eder. Beni ettiği gibi mesela.
HAYAT BİLGİSİ’NİN SEVİLECEĞİ DAHA İLK PROVADAN BELLİYDİ
-Biraz da televizyon işlerinden bahsedelim isterim. En uzun soluklu olan “Hayat Bilgisi” ile başlayalım. O günlerden, set arkasından biraz bahsetsek…
Hayat Bilgisi’nin ilk buluşmasını, ilk okuma provasını hatırlıyorum. O zaman Süreç Film yeni kurulmuştu. Süreç Film’de okuma provası yapacağız dediler. Daha o kadar organize olamamıştı ki ofis hikayesi, oturduk hep beraber masanın başında okuma provası yaparken yandaki kahveden çaylar, kahveler… Anlatabiliyor muyum? Öyle başladı Hayat Bilgisi. Ama daha ilk provasından belliydi ki bütün insanların orada var olan insanların çok severek yapacakları bir iş. Bir kere Perran’ın (Kutman) Kanat Lisesi dediği Perran’ın kızlık soyadı. Babasının adını okula vermiş gibi başladık falan. Devamında Hayat Bilgisi’nin bence en matrak tarafı şu oldu, Gani’yle de bunu sonra çok konuştuk; her dizi tutsun isteriz. Ama Hayat Bilgisi patladı daha ilk bölümünden itibaren. İnanılmaz. 13 bölüm için anlaşılmış ve çocuklar mezun olacaklar, son sınıf. Oturuldu ya ne yapacağız? Bizim bunları mezun etmememiz lazım. Dolayısıyla formüller buldular. Efendim bütün sınıf disiplin cezası almış da bir yıl daha okuyorlar da bilmem ne de. Arada değişen roller oldu ama temel rollerini hep korudu. Yani Perran Kutman’ı diyeyim, Tarık Pabuçoğlu’nu, beni filan. Devamlı koruduğu için çok kalıcı bir dizi haline geldi. Aileyle evlerle okulu paralel anlatması çok başarılı bir kurguydu. Tabii Gani Müjde’ye çok şey borçluyuz. Tarkan Karlıdağ’dı yönetmeni sevgiyle hatırlıyorum. Çok güzel yönettiler işi. En ufak bir sıkıntı, en ufak bir gecikme, en ufak bir tatsızlık çekmeden çok uzun süre yaptık o işi. Ve benim saygıyla hatırladığım, sevgiyle hatırladığım işlerden biri.
Selena da öyle. Şimdi hala bana sokakta Ekrem amca diyor çocuklar, “Biraz yaşlanmışsınız” diyorlar. 50 yaşındaydım oynadığım zaman. Biteli 21 yıl oldu dizi. O da yine aynı Süreç Film’in bir dizisiydi, yine aynı Gani’nin yazdığı. Biliyor musunuz o bir yaz dizisi olarak planlandı. 13 bölüm. Hatta biz Süreç Film’in sahibi Ali vardır, Ali ile oturup konuştuğumuzda dedik ki “Ağabey uzun vadeli düşünmeyelim. Bu öyle bir hoşluk. Ağustos’ta başlıyoruz. Ekim’e kadar. Bir 13 bölüm.” Ondan sonra ben o arada onlarla bir başka diziye anlaşma yapmıştım. Dedik ki “O diziyi o zaman yapamayız Ekim’de.” Hadi öyle olsun bakalım dedik. Selena daha beter, 100 küsur bölüm. İnanılmaz. Tekrarları oynadığı için özellikle belli kanallarda ve YouTube’da inanılmaz izleniyor ve herkes hala devam ediyor zannediyor. En sevdiğim tarafı tabii şimdi seyreden küçükler diyelim beni sokakta görüyor, “Şimdi ne olacak sen kıvılcımı şöyle yapacaksın mı?” Ben hatırlamıyorum ki hangi bölümü seyretti. Keyifli güzel bir iş oldu. Orada da tabi oyuncu kadrosu çok çok iyiydi. Özellikle Selda ile ben inanılmaz bir tiyatroda da beraberdik zaten. Sonra benim tiyatromda da çok oynadı. Çok iyi bir oyuncudur. Beraber çok güzel bir ikili yakaladık. İlk bölümden başlayarak o garip karı koca ilişkisini çok fazla karikatürize etmeden götürmeyi başardık diye düşünüyorum.
SEYİRCİDEN ANINDA TEPKİ ALDIK
-Youtube’da gelmiş geçmiş en çok izlenen Türk dizi ilk bölümleri listesinde 24 milyon izlenmeyle ilk 10’da “Selena”. İnanılmaz bir başarı, neye bağlıyorsunuz?
Aslında o dönem benzerleri de vardı. Onlar yürümedi, bu yürüdü. İki şeye bağlıyorum. Senaryo bir kere. Yani Gani’nin ekibi, hakikaten mükemmel bir senaryo. Bora aynı şekilde yönetmen, çok ufku açık bir gençti. Oyuncuları rahat bırakan, “Hadi burayı istediğiniz gibi oynayın” diyen. Kayhan Yıldızoğlu bile nurlar içinde yatsın yeni kaybettik; bambaşka bir tip de çok inandırıcıydı. Hades vardı Sinan (Çalışkanoğlu) Hades’i oynayan. Onlar iyiydi, Ümit vardı mesela. Yani çok güzel bir kadroydu. O kadar rahat çalışıyorduk ki. Bugünkü dizilere oranla hani çekim yeri belli, ya okul ya ev. Sokakta bazen bir iki çekim. Yani o kadar keyifli Zekeriyaköy’deydi o bizim ev. Karda, kışta, kıyamette ne olursa olsun gidiyorsun. Çekimini yapıyorsun sıcacık bir evde. Hatta onunla ilgili de bir minik anekdot anlatayım Bora’nın kulaklarını çınlatalım yönetmenin; bir masa var. Ya kahvaltı ya başka bir şey mutlaka çekilecek. Masada da yerler belli. Kaçıncı bölüm bilmiyorum, “Hakan abi sıkıldık. Şu yerlerinizi bir değiştirelim.” dedi. Seyirciden anında tepki geldi, “Ne oluyor? Adamın durumu mu değişti? Masa başından kalktı.” dediler.
Haber Kaynak : SABAH.COM.TR
“Yayınlanan tüm haber ve diğer içerikler ile ilgili olarak yasal bildirimlerinizi bize iletişim sayfası üzerinden iletiniz. En kısa süre içerisinde bildirimlerinize geri dönüş sağlanılacaktır.”
GÜNDEM
11 Şubat 2025SPOR
11 Şubat 2025GÜNDEM
11 Şubat 2025SPOR
11 Şubat 2025SPOR
11 Şubat 2025GÜNDEM
11 Şubat 2025GÜNDEM
11 Şubat 2025